25 Nisan 2011 Pazartesi

Les Amours Imaginaires ve Sigara

Bazı filmlerde bir nesne öyle güzel anlatılır ki hemen not defterinizi alıp yazmak istersiniz. Les Amours Imaginaires filminde Marie, sigarayı işte böyle güzel anlatmıştı.


-Çok sigara iciyorsun. Gecen sefere gore.
-Hayır. Aynı miktarda içiyorum. Sigarayi seviyorum. Sigara içmek sanki unutmak gibi. Moralim dibe vurduğunda sigaram elimdeki tek şeydir. Yakarım, tüttürürüm ve sesimi keserim. Böylece duygularımı saklarım. Sigara duyguları saklar. Mentollü ve vanilyalı sigaralar vardır. Bazı insanlar sever mentollü sigaraları, vanilyalı sigaraları, çikolatalı sigaraları, sigaralı sigaraları. Sigara benim delirmemi engeller. Beni hayatta tutar. Beni ölene kadar hayatta tutar.

19 Şubat 2011 Cumartesi

Parfümün Dansı ve Şubat Ayı

Şubat ayı ne kadar sıkıntılı değil mi? Bir o kadar da soğuk. Şu aralar okuduğum ve muhteşem tasvirlerle süslenmiş "Parfümün Dansı" kitabı Şubat'la ilgili tüm düşüncelerimizi özetliyor gibi.


"Şubat ayı en kısa aydır derler; ama yanılıyor olabilirler, biliyor musunuz?

Takvim sayfalarını karşılaştırdığınız zaman, evet, en kısa oymuş gibi gözükebilir. Şubat, ocakla martın arasında, sandviç peyniri gibidir. İki yandaki dilimlerin kabuklarına değmez. Ayağında lastik şasonlar varken (zaten şubatı çıplak ayak yakalamanıza olanak yoktur) aralıktan bir kafa boyu kısadır. Ama artıkyıllarda filiz verdiği zaman nisanın burnuna kadar gelebilir.

Kuzenlerinden ne kadar daha ufak tefek görünürse görünsün, hepsinden uzun sürüyormuş gibi bir inanca sahiptir. Kışın en gaddar ayıdır. Çok zalim oluşu, maskeli baloya gidiyormuş gibi ilkbahar kılığına girebilmesinden, bunu birkaç saat sürdürüp sonra maskesini sadist bir kahkahayla çıkarmasından, herkesin suratına buzlar tükürmesinden ileri gelir ki, buna uzun süre dayanmak gerçekten güçtür.

Şubat acımasızdır. Aynı zamanda da can sıkıcıdır. Sayfasındaki kırmızı rakamları topladığınız zaman sıfır eder. Bir-iki politikacının doğum günü, kemirgenlerle ilgili bayram... nasıl kutlamaymış öyle? Bu sakin şampanyanın tek köpüğü, Sevgililer Günü'dür. Atalarımızın Sevgililer Günü rozetini şubatın gömleğine takmaları bir kaza değildir. Bu frijit ayda kendine bir sevgili bulacak kadar şanslı olan erkek veya kadının gerçekten kutlayacağı bir şey var demektir."

Şubat soğuk da olsa, o soğukluğu sıcaklığı ile ılımanlaştıran özel bir insan doğmuştur Şubat'ta. O özel insan, hasta yatağınızda yatarken sürpriz yaparak size yaptığı yemekleri getirir. Sizi ne kadar sevdiğini ve size ne kadar değer verdiğini gösterir. Bu sevgi ve değerin karşılıklı olması daha da güzeldir. Seni seviyorum Şubat Sıcaklığım.

2 Ocak 2011 Pazar

Kan Ağacı

Jale Demirdöğen, Kusursuz Veda (bkz: http://bilirkisiraporu.blogspot.com/2009/11/kusursuz-veda.html) romanından sonra yine harikalar yarattığı bir romanla selamladı bizi. Roman diyerek küçültemem değerini, eşi benzeri olmayan bir başyapıt çünkü. İzmir’i, İstanbul’u, radyo programlarını, şarkıları, mutsuzluğu, umudu, sevgiyi ve nefreti iliklerimizde hisettirecek bir kitap. Jale Demirdöğen, 21. yüzyıllın en büyük yazarı ve “Kan Ağacı” edebiyat dünyasında bir dönüm noktası.

Kitabın tanıtım yazısı bir filmin fragmanı gibi, bizi kitaba davet edip en ön koltuğa oturmamızı sağlıyor. Bir film diyorum çünkü kitabın verdiği tat 3 boyutlu bir sinemanın verdiği tada eşit bir duygu. Kitabı okumuyor adeta izliyor ve yaşıyorsunuz ;

"...Hatırlamak tutsaklıktır dostlar! Hatıralar ise geçmişin önünde nöbet tutan güleryüzlü gardiyanlar!.. Diyorum ki unutun! Unutun ve kavuşun geleceğinize! Çünkü özgürlük, geçmişin değil geleceğin ellerinde! Ve unutmayın ki özgürlüğünüzün yalnızca iki kapısı var. Biri aklınız, diğeri ise kalbiniz. İkisinden biri ya da her ikisi birden, farkında bile olmadığınız bir anda kapandı. Açın diyorum! Ve işte şimdi yine, kapıları açık unutarak gidiyorum."

Unutkan, bu geceki son sözlerini tamamladıktan sonra mikrofonu kapattı ve yayını bitirdi. Tutsaklar içinse gece hiç bitmeyecekti.

***
Melike, güllü sedirde ayaklarını altına topladı.
Canan, iyi bir kırmızı şarap seçmek için mahzenin kapısındaydı.
Rüzgâr usulca esip Derman'ın kıvırcık saçlarını karıştırırken, Lucia, parlattığı son gümüş parçayı da vitrindeki yerine kaldırıyordu.
Suna, radyoyu kapattı. Başucundaki kitaba uzanırken ellerine ilaç sürmediğini fark etti.
İncecik atıştırmaya başlayan yağmur altında Fuat, merdivene oturdu ve bir sigara yaktı.
Firuze Hanım, pırlanta taşlı saatinin kelepçesini ve saçlarının topuzunu açıp yatmaya hazırlanırken, Nergis için mahrum bir geceyi daha sessiz bir sabaha başlamanın vakti gelmişti."

Kan Ağacı, içimizdeki korkularla, mutluluklarla, nefretlerle, sevgilerle, bencilliklerle ve kaybolmaya başlamış insanlığımızla yüzleştirdi beni. Radyocu Özgür’ün kısımları terapi gibiydi mesala. Okuyan herkes bu terapiye katılacak ve belki de kendine bile itiraf edemediği şeyleri fark edecek, okuduğu yere bırakacak tüm soru işaretlerini ve tüm cevaplarını.

Jale Demirdöğen “bekleyici” kavramıyla da tanıştırıyor bizi. Nasıl güzel bir sözcük ve nasıl da güzel bir keşif!

"Bir bekleyici nasıl beklemesi gerektiğini bilir. Bekleyiş ne kadar uzun sürerse, hasret o kadar anlamsızlaştırır zamanı. Saatler ve beklenenin yüzü birbirine karışır. Her şeyi unutulur o'nun; bir tek bakışı unutulmaz. O unutulsa, zaten bekleyici olunmaz.

Herkes birini bekledi. Kimi, gidenlerin dönüşünü... Kimi, dönmeyenlerin ölüşünü..."

Kısacası Nemesis Kitap'tan çıkan bu şahaseri okumamak büyük bir kayıp olur.

Nemesis Kitap: http://www.nemesiskitap.com/index.php?ModelId=22