2 Ocak 2011 Pazar

Kan Ağacı

Jale Demirdöğen, Kusursuz Veda (bkz: http://bilirkisiraporu.blogspot.com/2009/11/kusursuz-veda.html) romanından sonra yine harikalar yarattığı bir romanla selamladı bizi. Roman diyerek küçültemem değerini, eşi benzeri olmayan bir başyapıt çünkü. İzmir’i, İstanbul’u, radyo programlarını, şarkıları, mutsuzluğu, umudu, sevgiyi ve nefreti iliklerimizde hisettirecek bir kitap. Jale Demirdöğen, 21. yüzyıllın en büyük yazarı ve “Kan Ağacı” edebiyat dünyasında bir dönüm noktası.

Kitabın tanıtım yazısı bir filmin fragmanı gibi, bizi kitaba davet edip en ön koltuğa oturmamızı sağlıyor. Bir film diyorum çünkü kitabın verdiği tat 3 boyutlu bir sinemanın verdiği tada eşit bir duygu. Kitabı okumuyor adeta izliyor ve yaşıyorsunuz ;

"...Hatırlamak tutsaklıktır dostlar! Hatıralar ise geçmişin önünde nöbet tutan güleryüzlü gardiyanlar!.. Diyorum ki unutun! Unutun ve kavuşun geleceğinize! Çünkü özgürlük, geçmişin değil geleceğin ellerinde! Ve unutmayın ki özgürlüğünüzün yalnızca iki kapısı var. Biri aklınız, diğeri ise kalbiniz. İkisinden biri ya da her ikisi birden, farkında bile olmadığınız bir anda kapandı. Açın diyorum! Ve işte şimdi yine, kapıları açık unutarak gidiyorum."

Unutkan, bu geceki son sözlerini tamamladıktan sonra mikrofonu kapattı ve yayını bitirdi. Tutsaklar içinse gece hiç bitmeyecekti.

***
Melike, güllü sedirde ayaklarını altına topladı.
Canan, iyi bir kırmızı şarap seçmek için mahzenin kapısındaydı.
Rüzgâr usulca esip Derman'ın kıvırcık saçlarını karıştırırken, Lucia, parlattığı son gümüş parçayı da vitrindeki yerine kaldırıyordu.
Suna, radyoyu kapattı. Başucundaki kitaba uzanırken ellerine ilaç sürmediğini fark etti.
İncecik atıştırmaya başlayan yağmur altında Fuat, merdivene oturdu ve bir sigara yaktı.
Firuze Hanım, pırlanta taşlı saatinin kelepçesini ve saçlarının topuzunu açıp yatmaya hazırlanırken, Nergis için mahrum bir geceyi daha sessiz bir sabaha başlamanın vakti gelmişti."

Kan Ağacı, içimizdeki korkularla, mutluluklarla, nefretlerle, sevgilerle, bencilliklerle ve kaybolmaya başlamış insanlığımızla yüzleştirdi beni. Radyocu Özgür’ün kısımları terapi gibiydi mesala. Okuyan herkes bu terapiye katılacak ve belki de kendine bile itiraf edemediği şeyleri fark edecek, okuduğu yere bırakacak tüm soru işaretlerini ve tüm cevaplarını.

Jale Demirdöğen “bekleyici” kavramıyla da tanıştırıyor bizi. Nasıl güzel bir sözcük ve nasıl da güzel bir keşif!

"Bir bekleyici nasıl beklemesi gerektiğini bilir. Bekleyiş ne kadar uzun sürerse, hasret o kadar anlamsızlaştırır zamanı. Saatler ve beklenenin yüzü birbirine karışır. Her şeyi unutulur o'nun; bir tek bakışı unutulmaz. O unutulsa, zaten bekleyici olunmaz.

Herkes birini bekledi. Kimi, gidenlerin dönüşünü... Kimi, dönmeyenlerin ölüşünü..."

Kısacası Nemesis Kitap'tan çıkan bu şahaseri okumamak büyük bir kayıp olur.

Nemesis Kitap: http://www.nemesiskitap.com/index.php?ModelId=22